Yazar: Gizem Aksoy
Tam olarak nerede başlıyor o bitti dediğimiz an?
Hangi anda anlıyoruz o bir dakika önce inandığımız, hayal ettiğimiz şeyin ya da şeylerin artık gerçek olamayacağına?
Ve ne zaman diyoruz artık tamam?
Yukarıdaki sorulara baktığımda hepsi sanki bir anda olmuş gibi hissettirse de bazı birikmişliklerin ve onlarla beraber gelen belirsizliklerin bir sonucu aslında.
Belirsizlik…
Gri, bulanık, buğulu bir cam gibi ardını göremediğin alanlar. Bazen de yüzleşmekten kaçtığın… Hani derler ya en kötü karar karasızlıktan iyidir diye. Bazı durumlar tam da öyle! Arafta kalmak, sırtında bir küfe ile yürümek gibi çoğu zaman. Öyle bir küfe ki her adımda daha da ağırlaşır altında ezmek istercesine seni. Sense ezilmemek için bahaneler bulursun her seferinde yeni bir tane daha. Ardından o bahane de eklenir sırtındaki yükünün üzerine. Bir tane, bir tane daha ve bir tane daha…
Buğulu camın ardını görmek için yapman gereken şey önce kendinle yüzleşmek. Karşındaki koltuğa kendini oturtup bir boy uzaktan bakıp, konuşmaya başladığında o camdaki buğuda ortadan kalkıyor aslında.
O zaman hoş geldin kendim, gel bir dertleşelim!